Köye girdim. Köy isim olarak geçiyor, kendisiyle alakası yok. Evlerdeki mimari sadece seyir zevki vermiyor, kalkınmanın ve modernleşmenin de ispatı.
Loic, bir Fransız, sarışın, orta boylu ve hiperaktif. Bir haftalık kızını sol koluna almış, ortada dolanıyor. “Bugün işin yok mu?” diyorum, “Evdeyim, kızım yeni doğdu.” diyor.
Loic, evini köşk yapmış bir adam. Önünde havuzu öyle berrak ve temiz ki, krater gölü gibi. Babasıyla bizi tanıştırıyor. Annesi gözaydınlığına gelmiş. Ertesi gün gelen babası ise annesinin çift dikiş yaptığını anlamamızı sağlıyor. Beyaz şarap kadehleri açılınca kahkahalar havada çarpışıyor.
Loic, bize kalacağımız yeri gösteriyor. Modern dizayn edilmiş bir oda, mutfak ve banyo. Harika bir işçilik var bu ustalarda, beyazlık iç açıyor. Yarım çatı katına yerleştirilmiş açılır cam, vaşşş dedirtiyor.
Fransız aksanlı İngilizcesi yetersiz olan Loic, “Senin Türkçe aksanlı konuşman nedeniyle hiçbir şey anlamıyorum.” diyor. “Bilader sen konuş, ben anlarım.” diyorum. Tabii çocuk beni anlamayınca ne konuşacağını da hesap edemiyor. Çeviriden işi çeviriyoruz.
Loic, sevilen bir aileye sahip, gelen giden bitmiyor. “Hayırlı olsun, gözünüz aydın.” denildiğini düşündüğüm doğum sonrası kutlamalar sürüyor gece yarılarına kadar.
Cep telefonu var. Masada duruyor. Sosyal medya çok kullanılan bir enstrüman değil. Sohbet etmek, konuşur olmak, paylaşımda bulunmak için kullanılan bir araç.
Loic, akşam 19.00 sularında bisikletiyle çıkış yapıyor. Yollar on numara asfalt olduğundan köy içinde yokuş, iniş bisiklet için fark etmiyor. 70-80 yaş grupları ise elektrikli bisikletleri tercih etmişler kolaylık açısından. Yokuş çıkarken esniyorsunuz.
1000 kilometre Green Road (yeşil yol) olduğunu, doğa için bu bisiklet yolunun inşa edildiğini ve gün batmadan neredeyse köylünün yarısının bu yola düştüğünü ve köyleri birbirine bağladığını söylüyor Loic.
Üzüm bağları içinden geçen bu yol; insanoğlunun doğa ile bütünleşik, hiperaktif ve hareketli bir canlı olduğunu ve bundan kopmanın büyük sağlık ve psikolojik sıkıntılara yol açacağını, bu yüzden toplum tarafından kabul gördüğünü bize anlatıyor.
Şirketlerin çalışanlarına bisiklet dağıttığını, pahalı olanlar için bedava kredi verdiğini ve çalışanlarının bisiklet ile işe gelmelerini istediğini de sözlerine ekliyor.
Şehir içindeki otopark sorunu ve pahalı otoparklar yüzünden çalışanlar sadece bisiklet binmeye teşvik edilmiyor, anladığım kadarıyla zorlanıyorlar da Strazburg’da.
“Strazburg ve Strazburglu araba sevmez.” diyor Loic. Her kapıda iki tane olunca bir bıkkınlık vermiş olma ihtimalini de göz ardı etmiyorum.
Hareketsiz, aşırı TV ve telefon bağımlısı, didişen, her konuda birbirine çift dalan, korkuyu ve korku salmayı gelenek haline getirmiş bir toplum olarak; saldırgan içeriklerden uzak, kendi ve etrafıyla barışık, niza ve bağırışı terk etmiş sakin bir hayatı tercih edip sağlıklı ve mutlu yaşamı yakalamak mümkün.
Bireyselliği, bireyin bencilliği, ağlaklığı ve kös suratlılığı değil, toplumsal barışın ve etkileşimin bir parçası olarak görmek gerekiyor. Yapışık ve yılışık yaşamlar, kuralsız ve çirkin davranma alışkanlıkları, başka bireylerin haklarına tecavüz etme özgürlüğü, “Hakkını yedirme, gözünü aç.” derken, içinden gasp ve irtikap çıkaran bir anlayış hepimizi aşırı yoruyor ve kendimize ayıracak vakit bulamıyoruz.
Çok eşya değil, verimli ve işe yarar; çok marka değil, kullanışlı ve standart; çok insan değil, uyumlu ve anlayışlı; çok mal değil, yeterli ve sürdürülebilir olanı tercih etmek vazgeçilmez bir öğreti olmalı hepimiz için.
Beslenme de çok önem taşıyor. Aşırı obez olan bir toplum olmanın getirdiği bir çirkeflik var bizde. Ekmek parası kazan, ekmeğine sahip çık, “Ekmek ölümsüzdür, duyuyor musun oğlum, Kasım?” (Aytmatov) sözleri tesadüf değildir.
Hep bir Anadolu ve Orta Asya kıtlık bilincinin bize dayattığı ayakta kalma felsefesi.
İşte bizi obez yaptı, bağırsaklarımızı düğümledi ve manyaklaştırdı.
Yürüme, koşma, eğilme, çömelme ve grup egzersizleri, aile ile beraber yapılan hareketli organizasyonlar, okul spor planlamaları bizi şişkoluktan kurtaracak.
Soru çözen değil ki ancak yüzde 10’u başarılı bu işte, spor yapan, zanaat öğrenen, el becerisi ustalaşmış, çevre bilinci yüksek, yaşadığı kenti tanıyan ve hareket eden bir gençlik umarım bizim gibi huysuz, şikâyetçi, sulugöz, saldırgan, savaş meraklısı ve başkasının cebinde gözü olan bir topluluk olmayacak.
Loic gibilerin konuşmadan, yazmadan, çizmeden bize anlatacağı çok şey var.