Dün bir çay ocağında otururken iki küçük çocuk dikkatimi çekti. Ellerinde bozuk paraları sayıyorlardı; “Acaba tost alabilir miyiz?” diye birbirlerine soruyorlardı.
Bir baba yüreği dayanabilir mi buna? Gülümseyerek yaklaştım, “Tostlar benden olsun olur mu?” dedim.
Sohbet ettik biraz.
Okullar tatilmiş, ailelerine destek olmak için peçete satıyorlarmış.
Biri dedi ki: “Babam hasta, annem ev hanımı, abim kahvede çalışıyor…”
Ama gözlerinde öyle bir ışık vardı ki; o anda anladım, bu çocukların içinde umudun ta kendisi var.
Sonra sordum: “Spor yapıyor musunuz?”
Biri heyecanla telefonunu çıkarıp fotoğraflarını gösterdi:
“Benim madalyalarım var abi, uçurtma festivallerinde kazandım!”
Bir an düşündüm…
Bu kadar az imkânla bu kadar büyük bir azim!
Dedim ki, “Niye bunu profesyonel yapmıyorsun?”
“Bilmiyorum ki abi…” dedi, içten bir masumiyetle.
O anda Atakum Gençlik Merkezi’nden dostum Hüseyin’i aradım.
“İki pırlanta gibi çocuk yolluyorum, lütfen ilgilen.” dedim.
Sabah telefonum çaldı:
“Abi, biz düşündük taşındık… Okçu olmaya karar verdik!”
O an içimden dedim ki:
Belki de bugün, vatana millete iki milli sporcu kazandırdık.
Ama bundan daha önemlisi:
İki çocuğun hayaline dokunabildik.
Ve işte burada devreye teknoloji giriyor…
Bugün bir telefon kamerasıyla çekilmiş o madalya fotoğrafı, bir mesajla başlayan bağlantı,
bir çağrı kadar uzakta duran iletişim ağı sayesinde iki genç, hayatının yönünü değiştirdi.
İnternetin, sosyal medyanın, dijital çağın en güzel yanı da bu değil mi zaten?
Doğru kullanıldığında teknoloji; sadece eğlence değil, fırsat, umut ve bağlantı demek.
Belki de geleceğin okçusu, yazılımcısı, mühendisinin yolu bir çay ocağından geçiyordur.
Yeter ki görebilelim, duyabilelim, dokunabilelim…
Teşekkürler Atakum Gençlik Merkezi,
Teşekkürler Gençlik ve Spor Bakanlığı,
Ve en çok da teşekkürler o iki minik yüreğe…
Bize yeniden hatırlattığınız için:
Umut, bir tost parasıyla bile büyüyebilir.