Bir sabah uyandığınızda, telefonunuz uykunuzu analiz etmiş, kahve makineniz kahvenizi hazırlamış, arabanız ise işe gitmeden önce trafik durumuna göre güzergâhınızı planlamış olabilir.
Bunların hepsi zaten oluyor. Ancak biz hâlâ yapay zekâyı geleceğin teknolojisi sanıyoruz. Oysa o, çoktan içimize karıştı.
Yapay zekâ (YZ), sanıldığı gibi yalnızca bilim kurgu filmlerinin konusu ya da büyük şirketlerin uğraşı değil. O artık her yerde. Taksilerde, market raflarında, sosyal medya algoritmalarında, sağlık raporlarında, hatta alışveriş yaparken seçtiğimiz kıyafetlerde bile.
Bugün Spotify’ın “tam sana göre” dediği bir şarkı, YouTube’un önümüze düşürdüğü bir video ya da Google’ın "şunu demek istemiştiniz" önerisi hep yapay zekânın parmak izini taşıyor. Bunlar sadece eğlencelik yönleri. Asıl derin dönüşüm; eğitimde, tıpta, hukukta ve kamu hizmetlerinde yaşanıyor.
Düşünün: Bir doktorun tüm tıbbi literatürü aynı anda okuyup karar vermesi mümkün mü? Değil. Ama bir yapay zeka modeli bunu saniyeler içinde yapabiliyor. Öğrencilere özel ders planı çıkaran uygulamalar, bireysel öğrenme stillerine göre optimize ediliyor. Hukukta bile örnek davaları tarayıp karar ihtimalleri sunan yazılımlar artık gündelik hale geldi.
Korkmalı mıyız? Hayır. Ama anlamalıyız. Çünkü yapay zekâ, yalnızca bir yazılım değil; bir dönemin habercisi. Onunla savaşmak değil, birlikte çalışmayı öğrenmek zorundayız. Çünkü makineler insan gibi hissetmiyor. Ama insanlar, makine gibi düşünmeye başlarsa... işte o zaman sorun başlar.
Bu yazıyı yazan kişi kim, gerçekten önemli mi? Bir insan mı? Belki bir yapay zekâ? Belki de ikisinin iş birliği?
Ama siz yine de “Onur Karagöl yazmış” deyin.
Zaten mesele, kimin yazdığı değil.
Mesele, kimin düşündüğüdür.