Akdağ ile Erikli karışımı gibi; üstelik beleş. Köşe başlarına yerleştirilen küçük heykelcikler eşliğinde kurulan su sebilleri, Alp Dağları’ndan gelen kaynak suyunu halka sunuyor. Dağlardan inen suyu medeniyetle buluşturmuşlar.

Zürih’e gelip de Lindt’e uğramamak olmaz. David Schwarz ve oğlu Lindt’i 180 yıl önce kurduklarında, Osmanlı toprakları Mehmet Ali Paşa’nın ayaklanmaları ve Balkan isyanlarıyla çalkalanıyordu. O dönemin Avrupalı tüccarları ise savaşmak yerine inovasyonu tercih etmişlerdi. Elbette, halkın uysallığını da hesaba katmak gerekir. Belki de çikolatayı az tüketmekten kaynaklanıyordu bizdeki huzursuzluklar.

Hakan Karaali Zurih 6

Lindt bugün, dünyanın en büyük çikolata çeşmesine sahip. Dünyanın dört bir yanından ziyaretçi ağırlıyor; her dilden, her ten renginden insanlar bu tatlı mabedi merakla geziyor. Aşağılarda ise Zürih Gölü, deniz ferahlığında göz kırpıyor. Irmakları ve gölleriyle barış içinde yaşamayı öğrenmiş bir toplum burası. Doğayla uyumlu bir yaşam kurulmuş. Gösterişten uzak, medeni bir sıradanlık hissi sarıyor insanı. Mimari çok etkileyici değil, çünkü fazlasıyla güncel ve sade.

Tren garını görmeden şehirden ayrılmak mümkün değil. En dağlık ülkede, belki de dünyanın en mükemmel tren ağı kurulmuş. Trenler, adeta uçak konforunda. Bizde ise, 1950’lerde karayolunu hedef gösteren ve “tren ülkeye uygun değildir” raporları veren “Gundiler” geliyor aklıma. Onları hayırla (!) anıyorum. Gelişmişliğin en sağlam temeli olan demiryolu, burada adeta bir imza gibi şehre kazınmış.

Hakan Karaali Zurih 4

Bir Spor Turizmi Hikayesi: Şampiyonlar Ligi, Nürnberg, Münih, Samsunspor
Bir Spor Turizmi Hikayesi: Şampiyonlar Ligi, Nürnberg, Münih, Samsunspor
İçeriği Görüntüle

Garın tam karşısındaki Bahnhofstrasse’de gezinirken, Hermes mağazasında Arap zenginler ile Çeçen bir adam ve çarşaflı eşi dikkatimi çekiyor. Biri yerden, diğeri havadan bulmuş serveti besbelli, öğle namazına müteakip düşmüşler buralara.

Doğulu zenginler genellikle Patek Philippe ve Armani’den çıkarken; burası, bizim caddemiz Dior. Avrupalılar ise bisiklet üstünde—hafif, sade ve ilgisiz.

Fazla oyalanmadan Rathaus bölgesine ilerliyoruz. Her yan etkinlik dolu.

Bir Hint etkinliğine rastlıyoruz. Hermes’e bütçemiz yetmiyor belki ama Kermes var. Guru Derneği’ne yardım amaçlı bir etkinlik, biz de katılıyoruz. İsviçreli Hindular hevesli ve samimi, yerli olanlar ise biraz daha gergin ve suratsız. Doğu’nun bu yüzünde bir tuhaflık var. Güneş oradan doğuyor ama batarken iz bırakıyor anlaşılan.

Hakan Karaali Zurih 5

İngiliz hippi grubu, Hint esintili şarkılar söylerken herkes eller havada modunda. Kermes standlarına göz atıyorum. Reels videolarında gördüğüm, arkasında farelerin dolaştığı, bacaklarını açarak saç tavada yemek pişiren “gara adam” sahneleri gözümde canlanınca iştahım kaçıyor. Burası elbette daha temiz ama yine de bana göre değil. Krepli, patatesli, bezelyeli, yumurtalı ve bol baharatlı o garip yemeği bana yedirmeye çalışan İsviçreli Hinduyu yalnızca gülümseyerek savuşturuyorum.

Hint fakirleri değil, Hint zenginleri dolaşıyor artık Zürih sokaklarında gündem olarak.

Hakan Karaali Zurih 2

Sonrasında soluğu Grossmünster’de alıyoruz. Ama Basel’deki kiliseyi gördükten sonra burası sönük kalıyor. Basel’in dış gezinti alanları adeta bir açık hava sanat müzesi. Heykeller ve anı levhaları gerçek birer sanat eseri. Bir de Basellilerin, nehrin akışına kendilerini bırakarak ta aşağılara kadar yüzerek inmeleri var ki; Zürih’i gölgede bırakıyor. Irmağın akışına ölen değil, içinde yüzen Baselliler bir görsel şölen sunuyor ziyaretçilere.

Zürih’te ise şehir, Atakum’u andırırcasına yeşil alanlarla çevrili dermişim. Ağaçların arasında kaybolan bir şehir yaratılmış. Doğayla kavgalı değil, barışık bir planlama var. Her şey doğaya uygun ve onunla ilişkili. Belki de bu sakinliklerinin sebebi bu: Kavgayı değil, gülümsemeyi tercih etmişler. Zürihlileri baş tacı ediyoruz; iyi ki bu dünyada iz bırakmışlar, iyi ki varlar.

Hakan Karaali Zurih 3

Bir de… İki kahveye 10 frank istemeselerdi… Tam cennetlikler diyecektim ama işte, her güzel şeyin bir kusuru var.