2011’de seneler sonra Süper Lig’e yükselip Trabzonspor deplasmanına gittiğimizde, ilk defa Trabzon’da deplasman tribününde takımımı destekleyebildiğim için kendime “Samsunspor hacısı oldum” demiştim.
O zamanlar, 2025 yılının bir Ağustos ayında Yunanistan’ın kalbinde, Atina Olimpiyat Stadı’nda Atatürklü arma için renktaşlarımla beraber gırtlak patlatma şansını yakalayabileceğim hiç aklıma gelmemişti.
Şu anda nasıl hissettiğimi anlatabilecek kelimeler bulmak, bu duyguları tarif edebilmek çok zor, çok.
Kalbi Samsunspor’la atan herkes zaten maçı izlemiştir. İşin teknik-taktik boyutuna da en ince detayına kadar girilmiştir muhtemelen. Elbet bir iki kelam ederim yazının sonunda ancak bence Panathinaikos-Samsunspor maçını duygular üzerinden okumak gerekir.
Öncelikle Atina şehrinden bahsetmek isterim. Türk metropollerinden çok farklı değil aslında. Tabelalara bakmasanız nerede olduğunuzu anlamanız kolay olmaz. Tabii en önemli fark, tarihi yapıların ustalıkla korunması ve turizme kazandırılmış olması. Şehir tarihi duygusunu ve dokusunu asla kaybetmemiş.
İnsanları da bizler gibi. Öğretim hayatları boyunca birbirlerine düşman olarak gösterilmiş iki millet olarak, aklımız ve duygularımızın arasında sıkışmış bir şekilde bakıyoruz birbirimize. Düşman olmak için belki tarihte binlerce sebebimiz var ama şu anda birbirimize yardım eli uzatmaktan geri durmuyoruz. Hiç değilse turist olarak gezerken böyleydi.
Misafirperver yaklaşımı her yerde hissettik ve herhangi bir sözlü sataşma dahi görmedik. Formayla gezdiğimiz için atılan bakışları saymazsak tabii. Lakin stada götürüldüğümüzde işler 180 derece değişti.
38 yaşındayım ve ilk deplasmanımı, yanlış hatırlamıyorsam, 1993 senesinde Çorum’da oynadığımız Petrolofisi maçında yapmıştım. Yani yaklaşık 32 senedir çeşitli şehirlerde armanın peşinde olmuşum.
İlk defa bir stadyumda karşı tarafa duyulan nefreti iliklerime kadar hissettim. Atina’nın faşizme en yakın taraftar profiline sahip olduğunu öğrendiğim Pana tribünleri resmen stada bilenerek gelmişlerdi. Tek ağızdan Yunanca yaptıkları bir tezahüratın ne anlama geldiğini bilmesek de ağır hakaret içerdiğini, bağırırken olan tavırlarından anlamak zor değildi.
Cevap olarak girdiğimiz İzmir Marşı’nı ise hemen anladıklarından hiç şüphem yok.
Gelelim bizim tarafa. Bu camianın ferdi olmaktan duyduğum gururu hissetmediğim tek gün yok. Samsun-Atina arası yaklaşık 1800 km ve vizesiz giriş yapma şansınız yok. Buna rağmen dünyanın dört bir yanından yaklaşık 100 renktaşla Atina’da buluşabildik. Samsun, İstanbul, Ankara, Almanya, Hollanda ve Avusturya taraftarlarımızın buraya geldikleri yerlerden öğrenebildiklerim.
Hepsinin ortak duygusu ise gurur ve mutluluktu dün. Gözlerden okunabilen, yüzlere yansımış saf gurur ve mutluluk. Şehirde formayla dolaşırken, birbirini daha önce görmemiş olsa bile karşılaştığında yakın dostuyla karşılaşmış gibi sarılan insanlardan bahsediyorum.
Şehirde serbest dolaşımda kimsenin bir problem yaşadığını duymadım ancak hem kulübün hem de Yunan yetkililerin yönlendirmesiyle öğleden sonra yavaş yavaş Kallimarmaro Stadyumu’nun önünde toplanmaya başladık.
İşin heyecanının zirve yaptığı yer de orası oldu. Bayram yeri gibi olan alan, artık Avrupalı olduğumuzu iyice idrak ettiğimiz yer oldu. Edilen sohbetlerin hemen hepsi “nerelerden nerelere geldiğimizin” üzerineydi. Köy-kasabalara yapılan deplasman anıları, yaşanan saçmalıklar eğlenceli ama gizli bir gururla anlatıldı sürekli.
Kalabalık toplanınca otobüslere yönlendirildik. Artık turist değil deplasman taraftarıydık. Ortam biraz gergin olsa da, otobüslerin içinde keyifler iyice katlandı. Tezahürat ve marşların etkisiyle hepimiz artık gereğini yapmaya hazırdık. Polis eskortuyla stada getirilmemizin akabinde yerlerimizi aldık ve maçı beklemeye başladık.
Açıkçası maçtan önce zaten kazanmış hissediyordum. Yeşil zemin üzerinde oynanan oyun arka planda kalmıştı. Çünkü armanın peşinde çekilen onca çile, gidilen onca yol, yapılan onca fedakârlık sonucu geldiğimiz yer zaten kazanmış hissettiriyordu. Aynı renklere gönül verdiğim dostlarımla o stadyumda sevdamı haykırmak, kazanmak değilse nedir bilmiyorum.
Hele ki bu deplasmanda gol bulup 20 dakika da olsa önde geçirebilmek, o sevinci o heyecanı yaşayabilmek nasip oldu ya, gerisi çok da önemli değil.
Yine de adettendir, olayın özü olan futbola da bir ucundan değinelim.
Öncelikle odadaki fili öldürelim: Panathinaikos bizden iyi bir takım değil, kesinlikle değil. Thomas Hoca’nın yaptığı değişikliklere bakınca, durum bir nebze de olsa ortaya çıkıyor zaten. Eğer hedefi Avrupa Ligi olarak belirlemiş olup ona göre kadro planlaması yapmış olsaydık, bugün bambaşka bir pencereden bakıyor olabilirdik eşleşmeye.
Yine de kaybetmiş olduğumuz bir şey yok, kaybedeceğimiz bir şey de yok, ama kazanabileceğimiz çok şey var.
Yıllarca “ateşli” diye tabir edilen Yunan taraftarların ateşi, bizim alışık olduğumuz atmosferden çok uzaktı ve bizi pek de ısıtabildiğini söyleyemem.
Perşembe günü Samsun 19 Mayıs Stadyumu’nda onlara bizim ateşimizi gösterebilirsek, futbolcularımızın işini oldukça kolaylaştıracağımızı düşünüyorum. Evet, ne düşündüğünüzü biliyorum, iş yine bize düşüyor. Zaten Samsunsporlu olmak biraz da bu demek değil mi?
Deplasmanda alınan 2-1’lik mağlubiyeti kötü bir sonuç olarak görmüyorum. Sakat oyuncularımızın dönüşüyle hücum organizasyonlarımızı çeşitlendirebileceğimizi düşünürsek, beklediğimizden skorlu bir mücadele geçirebiliriz.
Yıllar önce bir köşe yazısında okuduğum gibi bitireyim yazımı: “Biz bitti demeden bitmez."