Bu sessizlik ne bir tesadüf, ne de çağın doğal sonucu. Bu, uzun zamandır planlı biçimde yürütülen bir tasfiye hareketidir.
Köycülüğü Tasfiye Planı
Geleneksel köy tarımı, aile emeği ve yerel, ata, doğal tohumlar üzerine kuruluydu. Köylü kendi tohumunu eker, kendi hayvanını merasında besler, kendi hamurunu kendi yoğururdu.
Büyük şirketlerin kontrol edemediği, özgür bir sistemdi bu. Ama işte tam da bu nedenle hedef oldu.
Plan çok netti:
Köylünün tohumu elinden alınacaktı,
Meralar devredilecek,
Üretim araçları şirketlerin zincirine bağlanacaktı.
Köylerin tüzel kişiliği yok edilip, mahalleye dönüştürülerek karar hakkı merkeze devredilecekti.
Sonuç;
Köylü kendi toprağında kiracı haline geldi.
Köyün ortak malları belediyelere geçti, meralar imara açıldı.
Köylünün üretim iradesi elinden alındı, sanayi tarımı “ilerleme” adı altında dayatıldı.
Tohum ve Mera: Ulusal Bağımsızlığın Kalbi
Gıdanın kontrolü, tohumun kontrolüyle başlar. Ata, yerel, doğal kısacası doğurgan tohumların serbest dolaşımı yasaklandı. Üretici artık kendi tohumunu satamıyor.
Her yıl aynı şirketten hibrit ve kimyasal yüklü tohum almak zorunda. Bu yalnızca ekonomik bir bağımlılık değil, ulusal egemenliğin kaybıdır.
Merasını kaybeden köylü, sanayi yemine mahkûm edildi. Yani artık ineğini bile şirketin belirlediği yemle beslemek zorunda.
Bu döngüde kazanan yalnızca birkaç büyük tarım tekeli; kaybedense bütün bir halktır.
Kırsaldan Göç: Zorunlu Değil, Zorlanmış Bir Gidiş
Köy okulları kapatıldı.
Dört sınıflı sistemle çocuklar şehre gönderildi. Kimi köylerde sağlık ocakları ve postaneler kapandı. Yeşil yol projeleri ile kırsal mahalleler yapılaşmaya açıldı.
Köy yavaş yavaş yaşanmaz hale getirildi. Gençler göç etti, yaşlılar yalnız kaldı, topraklar mirasla bölündü. Bir zamanlar üretimin kalbi olan Anadolu, sessizce şirket tarlalarına dönüştürüldü.
Bugün Soframızdaki Gerçek
Bugün pazarda “yerli üretim” diye satılan birçok ürünün içinde tohum yok. Genetiğiyle oynanmış, kısırlaştırılmış, kabuğu sert, tadı yok. Bu ürünler doğadan değil, laboratuvardan çıkıyor. Köylünün emeği değil, kimyasal endüstrinin ürünü bunlar. Ve biz bunları, çocuklarımıza “doğal” sanarak yediriyoruz.
Köy ziyaretlerimizde gördük; hayvancılık bile sanayiye teslim edilmiş. Artık ahırlarda doğal yem yok, tarlalarda eski kokular yok. Denetim yok, milli duygu yok, vicdan yok.
Ve en acısı; halk bu gidişata alıştı, suskunlaştı.
Uyanmamız Gereken An
Bu tablo bir kader değil, bir tercihin sonucudur. Ve bu tercihi değiştirebilecek tek güç, halkın kendisidir.
Toprağımıza, tohumumuza, köyümüze sahip çıkmak; yalnız geçmişi değil, geleceği korumaktır. Çünkü toprağı olmayan bir milletin geleceği olmaz. Köylüye sırt çeviren bir toplum, sofrada bağımsızlığını kaybeder.
Artık köleliği, sağlıksız yaşamı ve kimyasallara teslim edilmiş bir hayatı normal sayan bir kitle olduk. Eğer bir suçlu arayacaksak, o da biziz. Çünkü sustuk.
Kısacası…
Kırsalın çöküşü, bir tesadüf değil, bir planın adım adım hedefine gidişidir. Bu planı durduracak tek güç, uyanmış bir halkın vicdanıdır.
Tohumumuzu, meramızı, köylümüzü koruyalım. Yoksa çocuklarımız sadece aç değil, köklerinden kopuk bir geleceğe uyanacak.