“Bir Daire Fazlaydı”

101 daire var. Yüz değil. Öyle denk gelmiş. Hiç sekmez, Rizeli. Ama işte… O bir, önemli.

1+1. Yani birin üstüne bir eklemiş müteahhit.

Müteahhit benim yaşlarımda. Sakallı, göbekli, orta boylu.

Sakallar… kırsaldan kentliye evrilmiş.

Gömleği lakos. Hani Lacoste’tan bozma, torunu gibi.

Ayakkabılar hâlâ köy modunda ama olsun, lakos toparlıyor görüntüyü…

Toparlanan sakallar da eşlik ediyor.

2+1, 3+1 minnak evler. Artı oda, ama eksi metrekare.

“Niye abi?” diyorum.

“Yer yok,” diyor.

“Abi sen yersizliği bilirsin,” diyorum.

“Bizde hiç yok,” diyor.

Coğrafya malum, kurtarmıyor o açıdan.

Kapı ağzında bizim çocukların evi.

Gelen geçen takipte.

Ama ilginç bir durum var:

Gelen geçen hep kurye.

Kurye giriyor, kurye çıkıyor.

Yemekten kahveye, giyim kuşamdan ev malzemesine…

Taşıyor da taşıyor.

Yahu… kahve dışarıdan istenir mi ?

Kahve dediğin, evinde yapılır.

Yalnızsan, sessizliğin sesini dinler, anın tadını çıkarırsın.

Ama şimdi zaman sıkıntısı var baba.

Vakit yok.

O yüzden oluyor hep bunlar.

Sabah altıda içtima var, kalk borusu yok.

Ayfon uyandırıyor.

Samsung yok.

Elde ayfon, kulakta ayfon…

Hayatlar afyon.

Uyuşmuş herkes.

Hareket ettiğini zanneden hareketsiz bir topluluk.

Bizi dedem uyandırırdı.

Sobanın yanında uyuyunca ayfona gerek kalmazdı.

Sobanın kovası boşaltılırken çıkan ses, seni kuş cıvıltıları arasına sürüklüyordu.

Gözümüzü açtığımızda o ferahlık, o zindelik, günü güzelleştiriyordu.

Tek sorun, yorgan dışındaki ayakların ansızın üşümesiydi.

Yağmurlu günlerde bahçedeki incir ve çam ağaçları, suyu yeni gören Afrika yerlileri gibi sevinirdi.

Bizse cama yaslanıp hüzne bürünürdük.

Ayetel Kürsi ezberleme zamanıydı.

Babaannem söyler, ben tekrar ederdim.

Sobanın içinden gelen çıtırtı, beni daha çok odaklardı.

Tekrar etmek benim işimdi zaten.

Ezber kolay gelirdi bana.

Bahçeye konan kuşlar, bir anda korkup toplu uçunca, babaannem ürperir,

“Hiii!” derdi.

Bir serçeyi kedi kaptı sanırdı.

Kedi mi?

Bizdeki kedi Azman gibiydi.

Hani Gargamel’in kedisi…

Baktık mı, hep öyle bakardık.

Biz Bafralıyız.

Kuş severiz.

Kediyle aramız yok.

Şimdi İstanbul’da kapının önünde zıplayıp duruyor kediler.

Hayvansever ablamız, bizim kapının önünde besliyor hepsini.

“Abacım, al götür kendi kapının önünde besle.

Çok seviyorsan…” diyorum.

Gargamel gibi bakıyor bana, suratsız.

Hani hayvan sevmeyen insan sevmezdi?

Sen hayvan sevip insan sevmiyorsun belli ki.

Senin sevgin benim kapımın önünde değil, ya senin evinde, ya onun önünde olacak ki kıymeti harbiyesi olsun, abacım.

Ama suç Rizeli müteahhitte.

101 değil, 100 yapsaydı keşke…

Onadokuz Sitesi’ne bu kadar insanı tıkıştırmaz, sıkışanlar bu kadar yalnız kalmazdı.

Komşuluk guguk kuşuna dönmezdi.

O bir daire…

Yalnızca 100’ün metrekaresini değil, insanlığı da küçülttü.

{ "vars": { "account": "PASTE_ANALYTICS_ACCOUNT_ID" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }